✅ %100 güvence ve tam iade garantisi!

BUGÜN ALLAH İÇİN NE YAPTIN?

Sahabi yere düşen yemeği yedi mi?

Soru Detayı

Anlatılana göre Sahabiler Antakya yada başka bir şehri feth ettikten sonra oranın ileri gelenleri ile yemekte iken bir sahabi yemeğini düşürmüş O sahabi yemeği almış ve yemiş feth ettikleri şehrin ileri gelenleri bu vaziyette şaşırmışlar diğer Müslümanlar da burada bunu yapmasan olurdu gibi birşeyler söylemiş yada o şekilde bakmışlar yemeğini düşüren sahabi de ben bu ahmaklar için mi peygambermin sünnetinden yüz çevireceğim gibi birşeyler söylemiş böyle bir vakıa vuku bulmuş mudur teferruatlı anlatır mısınız?

Değerli kardeşimiz,

Öncelikle ifade edelim ki, Peygamber (asm) Efendimize hizmet eden Hz. Enes, “Peygamber ailesinin ve sahabilerin sofralar üzerinde yemek yediklerini bildirmiştir. (bk. Buhari, Etime, 7; Tirmizi, Etime, 1)

İslamiyet, en küçük bir yemek parçasının dahi israf edilmemesini, yere düşen lokmaların bile mümkünse alınıp yenilmesini, yemek mümkün değilse onu yiyebilecek hayvanlara ulaştırılması ister.

Bu itibarla tabakta artık bırakmak ya da düşen lokmaları değersiz görüp almamak şeytana bırakılmış pay sayılır. (Müslim, Eşribe 133-135)

Müslüman, kibirli olamaz. Ona yakışan her haliyle nimete şükür, verilene kanaat ve rızadır. Özellikle yemek sıkıntısı çekilen yer ve zamanlarda Müslümanların artık yemekler konusunda vurdumduymaz davranması düşünülemez.

Demek ki, yere düşen ekmek parçası ya da yemeğe ait olan bir parça, mümkünse temizlendikten sonra ya yenmeli veya kedi, köpek gibi hayvanlara yedirilmeli; fakat atılmak suretiyle israf edilmemelidir.

İşte soruda geçen konu bununla ilgilidir, Sahabi Hz. Makıl bin Yeaâr efendimiz de bu sünnete uygun hareket etmiş ve İnsanlar gülmesin diye Sünneti terk edemem!” demiştir.

Bu konuyla ilgili, Muhterem Yaşar Kandemir hocamızın aynı başlıklı şu makalesini okumanızı tavsiye ederiz:

İnsanlar gülmesin diye Sünnet’i terk edemem!

“Benim sünnetimi kim canlı tutarsa, beni seviyor demektir. Beni kim severse, cennette benimle beraber olur.” (Hadis-i Şerif, Tirmizî, İlim 16)

Yüzyıllar, bin yıllar gelip geçer. Devirler, çağlar birbirini kovalar. Bin bir emekle yapılan planlar, programlar eskir. Müslümanların değişmeyen tek hedefi vardır: Dini Allah’ın istediği gibi yaşamak için Resûl-i Ekrem’in sünnetini canlı tutmak. Çünkü gerçek din Peygamber aleyhissalatü vesselam‘ın getirdiği ve yaşayarak yorumladığı dindir. Dini yaşamak Peygamber’i örnek almakla, onun gibi yaşamaya çalışmakla olur.

Allah’ın insandan ne istediğini en iyi bilen Resulullah’tır. Kuran-ı Kerîm’i en doğru anlayan odur. Kuran’ı anlamak, onu Allah’ın gönderdiği tazelikte yaşamak sünneti yaşamakla mümkündür. Bir yerde Peygamber’in sünneti canlı bir şekilde yaşanmıyorsa, orada din de Allah’ın istediği şekilde yaşanmıyor demektir.

Sünnetin canlı ve diri olmadığı yerde bidat dediğimiz dinde yeri bulunmayan, sünnete ters düşen davranışlar canlıdır. Orada Peygamberimizin sapıklık diye nitelediği ve dine tamamen zıt gördüğü hareketler din yerini alır. Şu halde Peygamber aleyhissalatü vesselamın sünneti bizim için hava gibi, su gibi önemlidir.

Yere düşen lokma

Ashâb-ı kirâm efendilerimiz dini Allah’ın elçisinden öğrendiler. Onun yaptığını aynen yapmaya çalıştılar. Doğru bulmadığı her şeyden uzak durdular. Sünnete aykırı hareket edeni hemen uyardılar. Sünnetin önemini bilmeyenlerin onu yadırgamasına aldırmadılar. Devirler ve değerler değişse de Peygamber’in sünnetinin eskimeyeceğini savundular.

Muhtemelen İran’ın yeni fethedildiği günlerdi. Ashâb-ı kirâmdan Makıl bin Yesâr fethedilen bu topraklardan birinde vali veya kumandan sıfatıyla yörenin ileri gelenleriyle yemek yiyordu. Elindeki lokma yere düşünce onu aldı, lokmaya yapışan çeri çöpü üfleyerek temizledikten sonra onu ağzına attı. Zira bir hadîs-i şerifte şeytanın yemek yerken bile insandan ayrılmadığı hatırlatılmakta, şayet lokmanız yere düşerse üzerine yapışanları temizledikten sonra yiyin, onu şeytana bırakmayın buyurulmaktaydı. (Müslim, Eşribe 133-135)

Makıl de öyle yaptı. Onun bu davranışını İranlılar yadırgadılar. Birbirlerine kaş göz işareti yaparak gülüştüler. Makıl’in yanında bulunan Müslümanlardan biri bu hale pek üzüldü. “Efendim şu adamlar, önünde bu kadar yemek varken yere düşeni alıp yiyor diye sizinle alay ediyorlar” diyecek oldu. Müslüman olduktan sonra hayatını sünnete göre şekillendiren bu büyük sahâbî şu cevabı verdi:

“Bugüne kadar biz, lokması yere düşenlere onu temizleyip yemesini, bu nimeti şeytana bırakmamasını tavsiye etmişizdir. Bu adamlar bana gülmesin diye Resûl-i Ekrem’den öğrendiğim bir sünneti terk edemem.” (İbni Mâce, Et’ime 13; Dârimî, Et’ime 8)

Sünneti korurlardı

Sahâbîler sünneti canları gibi korurlardı. Sünnet olduğunu bildikleri bir şeyi hem bizzat yapar hem de başkalarına tavsiye ederlerdi. Peygamber’den duymadıkları bir şeyin sünnet olduğunu söyleyenlere hemen inanmazlar, o sözün doğruluğunu araştırırlardı. Hazreti Ömer halife iken bir gün Ebû Mûsâ el-Eşarî onu ziyarete geldi. Kapıda üç defa selam verdi, cevap alamayınca dönüp gitti. Hazreti Ömer onu sesinden tanımakla beraber meşgul olduğu için kabul edememişti. Meşgalesi bitince “Ebû Mûsâ’yı içeri alın” dedi.

Onun beklemeyip gittiğini öğrenince kendisine haber gönderdi ve neden beklemeyip gittiğini sordu. Ebû Mûsâ sünnete göre davrandığını söyledi. “Bir yere girmek için üç defa izin istenir, izin verilmezse dönüp gidilir, bunu Peygamber Efendimizden bizzat duydum” dedi. Hazreti Ömer o güne kadar böyle bir şey duymamıştı. “Acaba Ebû Mûsâ Peygamber’in söylemediği bir şeyin sünnet olduğunu mu ileri sürüyor” diye düşündü ve birden ciddileşti. “Hemen git ve bunu Resûl-i Ekrem’den duyduğuna dair iki şahit getir. Aksi halde senin için iyi olmaz” dedi.

Ebû Mûsâ el-Eşarî bunu Resûlullah’tan duyan iki kişiyi bulup getirmek suretiyle yakasını Hazreti Ömer’in elinden kurtardı. Getirdiği şâhitlerden biri ünlü sahâbî Übey İbni Kâb idi. Übey, halifeye ashâb-ı kirâma sıkıntı vermemesi gerektiğini hatırlatınca, Hazreti Ömer Peygamber’den bizzat duymadığı bir şeyi araştırıp öğrenmek istediğini, başka bir maksadı bulunmadığını söyledi. (Buhârî, Büyû 9, İsti’zân 13; Müslim, Âdâb 7, Tirmizî, İsti’zân 3)

Sahâbî efendilerimiz sünnet üzerine işte böyle titrerdi.

Hazreti Ömer’in Hacerülesved’i öptükten sonra ona hitaben söylediği o meşhur cümleyi burada bir daha hatırlayalım ve ashâb-ı kirâmın, akılları almasa bile sünneti nasıl uyguladıklarını düşünüp ders alalım. Hazreti Ömer Hacerülesved’e şöyle hitap etmişti: “Senin bir taş olduğunu, kimseye bir fayda veya zarar vermeyeceğini biliyorum. Resûlullah’ın seni selamladığını ve öptüğünü görmeseydim, seni ne selamlar ne de öperdim.” (Buhârî, Hac 50, 57)

Hazreti Ömer, Resûl-i Ekrem’in yaptığı bir işin sebebi bilinmese de onu aynen yapmak gerektiğini düşünüyordu.

Sahabiler öğretti

Ashâb-ı kirâm Resûl-i Ekrem’i göremeyenlere onun sünnetini anlattılar. Peygamber-i Zîşân’ın bir ibadeti, bir hareketi nasıl yaptığını tarif edip öğrettiler. Bir gün Hazreti Ali henüz abdest alıp namaz kılmıştı. Yanına kalabalık bir grup gelince, bir sandalyeye oturup yeniden abdest aldı. Ziyaretçilerine “Resûlullah’ın nasıl abdest aldığını görmenizi istedim” dedi. (Tirmizî, Tahâret 37; Nesâî, Tahâret 76)

İbadetlerin sünnete uygun şekilde yapılmasına büyük önem veren bu aziz sahâbî, bir başka gün oğlu Hazreti Hüseyin’e dedesinin nasıl abdest aldığını gösterdi (Nesâî, Tahâret 78).

Peygamber Efendimiz’in hayat tarzını ve tavırlarını örnek almaya pek önem veren sahâbîlerden Abdullah İbni Mesûd bir gün yanındakilere, “Şayet Resûlullah’ın namazını öğrenmek isterseniz bunu size gösterebilirim” diyerek onlara Resûlullah’ın nasıl namaz kıldığını öğretti. (Tirmizî, Salât 76)

Sahâbe Resûl-i Ekrem’in devamlı yaptığı hareketleri, özellikle bir konudaki en son davranışlarını öğrenmeyi çok isterdi. Efendimiz’in vefatından bir süre önce müslüman olan Cerîr İbni Abdullah gibi sahâbîlerin verdiği bilgiler onları pek memnun ederdi. Zira bir işi, bir davranışı, bir ibadeti Resûlullah gibi yapmaya pek özen gösterirlerdi.

Sünneti canlı tutma

Peygamber Efendimiz dinin yaşanma şekli demek olan sünnetin canlı tutulmasına büyük önem verirdi. Bunları çocuk, genç, yaşlı demeden bütün ashâbına öğretir, sünnetinin hiçbir zaman ihmâl edilmemesini isterdi. Bir gün Medineli sahâbî Bilâl İbni Hâris el-Müzenî‘ye “Bilâl şunu öğren!” buyurdu. Resûl-i Ekrem’in âdeti böyleydi. Önemli bir şey öğreteceği zaman önce muhatabının dikkatini çeker, merakını uyandırırdı. Özel bir dikkat ve ilgiyle öğrenilen bilgilerin kolay unutulmayacağını çok iyi bilirdi.

Bilâl merak etti “Neyi öğreneyim, yâ Resûlallah?” diye sordu. İkinci defa “Şunu öğren, Bilâl!” buyurdu. Aynı tembih üçüncü defa gelince Bilâl İbni Hâris bütün dikkatini Resûlullah’a verdi. Peygamber aleyhissalatü vesselam ona unutulan, ihmâl edilen bir sünneti, bir din esasını yeniden hayata sokmanın öneminden bahsetti. Kendisinin vefatından sonra uygulamadan kalkan bir sünneti kim yeniden hayata geçirir, insanların onu yapmasına vesile olursa, o sünneti uygulayan her bir şahsa verilecek sevabın bir katı da ona verilir buyurdu. (Tirmizî, İlim 16; İbni Mâce, Mukaddime 15)

Yine bir gün Efendimiz henüz çocuk yaşta bulunan hizmetkârı Enes İbni Mâlik‘e “Yavrucuğum!” diye seslendikten sonra şunları söyledi: “Sabahtan akşama, akşamdan sabaha kadar gönlünde kimseye karşı kin beslemeden durabiliyorsan, bunu yapmaya çalış. Oğlum! İşte bu benim sünnetimdir. Benim sünnetimi kim canlı tutarsa, beni seviyor demektir. Beni kim severse, cennette benimle beraber olur.” (Tirmizî, İlim 16)

Candan öte

Biz elbette sevgili Peygamberimizi canımızdan çok severiz. Onun yaptığı ve yapılmasını istediği her şeyi hayatımızın bir parçası haline getirmek, böylece cennette onunla beraber olmak isteriz. Bu bizim en büyük dileğimizdir. Hal böyle olunca, bir ömür boyu yapacağımız sünnetleri öğrenmemiz gerekir.

Resûlullah’ın nasıl yiyip içtiğini, nasıl oturup kalktığını, nasıl alıp verdiğini, nasıl ağlayıp güldüğünü bilmemiz gerekir. Bunun için de sevgili Efendimizin söz ve davranışlarını bize öğreten hadis kitaplarını çok okumamız, onları aile fertlerimize okutmamız, bu konular etrafında sohbet etmemiz gerekir.

İyi bir Müslüman olmanın yolu, Resûlullah’ı her hususta kendine rehber edinmek, onun ihmâl edilen, unutulmaya yüz tutan hayat tarzını yeniden canlandırmak, kısacası sünnetini ihyâ etmektir.

Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir
Altınoluk Dergisi, 2000, Ocak, Sayı: 167, Sayfa: 024.

Selam ve dua ile…
Sorularla İslamiyet


Kurban Hizmeti - 7/24 Güvenilir Hizmet

Kurban Hizmeti olarak, ibadetlerinizde size destek olmak ve ihtiyaçlarınıza cevap vermek için 7 gün 24 saat hizmetinizdeyiz. Her zaman yanınızda olmayı ilke edindiğimiz hizmet anlayışımızla, kurban bağışlarınızı güvenle gerçekleştirebilmeniz için buradayız.

Kurbanlık Fiyatlarımız:

  • Keçi: 1750 TL
  • Koyun: 2000 TL
  • Koç: 2250 TL

Bizimle iletişime geçmek çok kolay! Sorularınız, bağışlarınız ve bilgi almak için 0551 928 5784 numaralı telefonumuzdan her zaman bize ulaşabilirsiniz.

Kurban ibadetlerinizi en sağlıklı ve doğru şekilde yerine getirmeniz için Kurban Hizmeti olarak yanınızdayız. Güvenilir, şeffaf ve profesyonel hizmet anlayışımızla her zaman hizmetinizdeyiz.

Sizin için buradayız!

Telefon
WhatsApp
kurban bağışı
kurban bağışı