
Müslümanın Müslüman üzerindeki hakkı nedir?
Soru Detayı– Dinimizde kul hakkı üzerinde çok duruluyor. Peki Müslümanların birbiri üzerlerindeki hakları nelerdir?
– Bununla ilgili hadis var mıdır; açıklamasını yapar mısınız?
Değerli kardeşimiz,
Doğrudan ilgili hadis-i şerifi verip açıklamasını yapalım.
Ebû Hüreyre (ra)’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (asm) şöyle buyurdu:
: « حقُّ الْمُسْلمِِ عَلَى الْمُسْلِمِ خمسٌ : رَدُّ السَّلامِ ، وَعِيَادَةُ الْمرِيضَ ، واتِّبَاعُ الْجنَائِزِ ، وإِجابة الدَّعوةِ ، وتَشمِيت العْاطِسِ »
وفي رواية لمسلمٍ :
« حق الْمُسْلمِ سِتٌّ : إِذا لقِيتَهُ فسلِّم عليْهِ ، وإِذَا دَعاكَ فَأَجبْهُ ، وَإِذَا اسْتَنْصَحَكَ فَانْصحْ لهُ ، وإِذا عطَس فحمِد اللَّه فَشَمِّتْهُ . وَإِذَا مرِضَ فَعُدْهُ ، وَإِذَا ماتَ فاتْبعهُ».
“Müslümanın Müslüman üzerindeki hakkı beştir: Selamı almak, hastayı ziyaret etmek, cenazeye iştirak etmek, davete icabet etmek, aksırana ‘yerhamukellah’ demek.” (Buhârî, Cenâiz 2; Müslim, Selam 4).
Müslim’in bir başka rivayeti şöyledir:
“Müslümanın Müslüman üzerindeki hakkı altıdır: Karşılaştığın zaman selam ver, seni davet ederse git, senden nasihat isterse nasihat et, aksırınca Allah’a hamdederse yerhamukellah de, hastalandığında onu ziyaret et, öldüğü zaman cenazesinin ardından git.” (Müslim, Selam 5).
Müslümanların birbirlerine karşı yerine getirmeleri gereken birtakım hak ve vazifeleri vardır. Bu hak ve vazifeler, maddi ve manevi alanda olabilir. Bunların yerine getirilmesi veya getirilmemesi durumunda doğacak mükâfat ve sorumluluklar da dünyevî veya uhrevî müeyyideler olarak karşımıza çıkar. Fertlerin ve toplumların eğitiminde, dünyevî müeyyideler kadar, hatta ondan daha önemli ve daha tesirli olmak üzere manevi müeyyidelerin değeri vardır. Çünkü insanlar, herhangi bir şekilde işledikleri suçları gizleyebilir ve neticede dünyalık müeyyidelerden kurtulabilirler.
Fakat ahiret inancına ve işlediği her işin Allah tarafından bilindiği, karşılığının da hesap gününde verileceği itikadına sahip olan bir kimse, nerede olursa olsun kötülük yapmaz, suç işlemez. Böylece İslam dini, müntesiplerine, dünya hayatında yaptıkları iyi veya kötü her işin karşılığını ahirette görecekleri inancını güçlü bir müeyyide olarak öğretir ve bunu kabul etmeyenin mümin olamayacağını bildirir.
İslam’ın başka sistemlere üstünlüğü, inananlar için hem dünya hem ahiret sorumluluğu ve müeyyidesi getirmiş olmasıdır. Beşeri sistemler, en mükemmel kanunları yapıp, en modern tedbirleri alsalar ve en caydırıcı cezaları da koysalar, bunların hiçbiri ilahi müeyyidenin yerini tutmaz. Tutmadığı ve tutamayacağı tarihte görüldüğü gibi günümüzde yaşanmaktadır. Dünün ve bugünün tecrübesi, yarının da farklı olmayacağının delilidir.
İyi müminlerden oluşan bir toplumda, suçların ve suçluların oranının yok denecek kadar az olduğu yine tarihin bizler için belgeleyip gözlerimizin önüne serdiği bir gerçektir. Günümüzde de İslam’ı fert planında yaşayan kesimlerde suçluluk oranının hemen hemen yok derecesinde oluşu, konuyla ilgilenen herkesin ciddiyetle üzerinde durması gereken evrensel bir hakikattır.
Bu hadis-i şerifte konu edilen haklar, öncelikle toplumun manevi dinamikleriyle ilgilidir. Çünkü bunların hiçbirinin, yapılmaması halinde dünyalık bir cezası, bir müeyyidesi yoktur. Fakat İslam toplumunun maddi dinamikleri de manevi hassasiyetleri üzerine oturur. Burada sayılanların her biri, iyi insan, iyi Müslüman olmanın, beşerî münasebetleri en üst seviyede tutmanın, kardeşliğin, dostluğun, yardımlaşmanın, sevinci ve kederi paylaşmanın, şefkat ve merhamet toplumu olmanın temel unsurlarıdır.
Selam, Müslümanlar için âdeta bir paroladır. Karşılaştıkları zaman aralarındaki ilk söz selamdır. “Önce selam, sonra kelam.” atasözümüz bu prensibi ifade eder. Selam vermek sünnet, almak ise farzdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Size bir selam verildiği zaman, ondan daha iyisiyle selam verin veya ayniyle mukabele edin ”(Nisâ, 4/86)
Selamın en azı, “esselamü aleyküm” demektir. Bundan daha üstünü ise “esselamü aleyküm ve rahmetullah” dır. Daha da uzatılıp “ve berakâtüh” ilave edilebilir. Fakat “selamün aleyküm” demek bile kâfidir.
Kendisine selam verilen kimse “ve aleykümüsselam” diyerek karşılık verir. Selam almanın en kısası budur. Verirken olduğu gibi alırken de daha artırılabilir. Bu takdirde “ve aleykümüsselam ve rahmetullah ve berakâtüh” denilir. Fakat sadece “aleykümselam” demekle de selama karşılık verilmiş olur. Kendisine selam verilen tek kişi ise, selamı alması farz-ı ayndır. Topluluğa selam verildiğinde, içlerinden birinin veya bir kısmının selamı alması ise farz-ı kifâyedir. Böylece diğerlerinin üzerinden farz sâkıt olur.
Selam, müminlerin birbirine duası ve iyilik temennisidir. “Allah’ın koruması altında olasınız” veya “Selamet, esenlik sizin üzerinize olsun ve sizden ayrılmasın” anlamlarına gelir.
Hastalık ve sağlık biz insanlar içindir. İnsanın her anı aynı değildir. Dinimiz sağlığa büyük önem verir. Fakat her şeye rağmen insan her zaman aynı sıhhat üzere olmaz, hastalanabilir. Peygamberler bile çeşitli hastalıklara düçar olmuşlardır. Bu sebeple Müslümanlar, hastalığı Allah’ın bir imtihanı olarak kabul ederler. Hastalıklar çeşit çeşittir ve her hastalığın şiddeti farklı derecededir.
Hastalanan insanın neşesi gider, üzüntüsü, sıkıntı ve kederi artar, sabrı zorlanır. Hastalık insan bünyesini sarsar, moralini bozar. İşte böyle bir anda, sağlığında kendisiyle beraber olanların, hastalığında da kendisinin yanında olduğunu görmek insanı sevindirir, moralini yükseltir, terkedilmediğini ve tehlikeli bir hali olmadığını anlar, sıhhatine tekrar kavuşacağını düşünür. Ayrıca din kardeşlerinin duasını alır ve kendisi de onlara dua eder. Hasta ziyaretinde bulunanlar, güzel temennilerde bulunur, sabır tavsiye eder ve hastanın moralini yükseltici sözler söylerler. Hastanın yanında uygunsuz sözler söylemek ve çok uzun süre kalmak doğru değildir.
Ölüm, her insanın dünya hayatında karşılaşacağı sondur. Ondan kaçmak ve kurtulmak mümkün değildir. Müminlerin sağlıklarında birbirlerine karşı görevlerinin sonuncusu da ölüm anında cenazeye iştirak etmek, namazını kılmak ve onu kabrine defnetmektir. Bu, ölene karşı son vazife olduğu gibi, arkada kalan yakınlarına karşı da bir hakşinaslıktır.
Müslümanlar, sevinçli anlarında olduğu gibi kederli zamanlarında da birbirlerinin yanında olmalıdırlar. İşte cenaze, bu kederli anların en acıklı ve en ibretlisidir. Ölüm hepimiz için en büyük nasihat ve derstir. Bu sebeplerden dolayı, cenazeye iştirak etmek vazifelerimiz arasındadır. Cenazenin arkasından gitmek vazifesi, onun namazını kılmakla sona ererse de kabre defnedinceye kadar bulunmak daha faziletlidir.
Davete icabet etmek, davet edilen yere gitmek, Müslümanlar için önemli vazifelerden biridir. Düğün davetlerine mutlaka katılmak gerektiği ve bunun vâcip olduğu hususunda İslam alimleri görüşbirliği içindedir. Bunun dışındaki davetlere katılmak sünnet ya da müstehabdır. Şu kadar var ki, haram ve günahların işlendiği davetlere icabet edilmesi dinimizde câiz görülmemiştir. Çünkü haram davranışlar davete katılmaya engel teşkil eder.
Peygamber Efendimiz (asm), sahabe-i kiramın bütün davetlerine icabet etmiştir. Davet edenin toplum içindeki sosyal mevkiine, zenginlik ve fakirliğine göre bir ayırım yapmamıştır. Fakirlerin çağırılmadığı davetleri hoş kırşalamadığı gibi sadece zenginlerin çağırıldığı davetleri de kınamıştır. Çünkü davetler, zengini ve fakiri, yaşlısı ve genciyle inananların birlikte bulunduğu ve aralarında ülfetin, muhabbetin, şefkat ve merhametin tezâhürünün görüldüğü bir hayır meclisi niteliği taşır. Meşru davetlere katılma zaruretinin sebebi de bu olsa gerekdir.
Davetler, davetçiyle davetlinin birbirlerine karşı saygı ve sevgisinin, insanı saymanın ve insan sayılmanın da en güzel görüntülerinden biridir.
İslam toplumlarının hemen hepsinde olduğu gibi, özellikle ülkemizde çeşitli vesilelerle, en küçük yerleşim birimlerinden büyük şehirlere kadar yaygın olan davet âdetimiz, dini hayatımızın ve millî benliğimizin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Bunları meşrû bir şekilde devam ettirmek, sağlıklı bir toplum yapısını korumanın da vesilesidir.
Peygamberimiz (asm): “Aksırmak Allah’tan, esnemek şeytandandır.”(Tirmizî, Edeb 7) buyurur. Hadis kitaplarımızda bunlarla ilgili pek çok rivayet vardır. Aksırmanın, sağlık açısından bedeni dinçleştirme ve zihnî uyanıklığı temin yönünden çeşitli faydaları vardır. Buna karşılık esnemenin uyuşukluk ve miskinlik belirtisi olduğu kabul edilir. Bu durumda aksırmak bir nimettir. Her nimet gibi, bu da Allah’tandır. Allah’ın bütün nimetlerine hamdetmek, Müslümanın kulluk vazifelerinden biridir. Bu sebeple, aksıran kimse “elhamdülillah” der. Aksıranın hamdettiğini duyan Müslüman, “yerhamükellah” diye karşılık verir. Bunun anlamı “Allah sana rahmetiyle muamele etsin” demektir. Aksıran da kendisine dua eden Müslüman kardeşine“yehdînâ ve yehdîkümullah = Allah bize de size de hidayetini nasib etsin” diye karşılık verir. Bütün bunlar, Müslümanların en küçük ayrıntılarda bile birbirlerine karşı birtakım hak ve vecibelerinin olduğunu göstermektedir. Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Allah aksırandan hoşlanır, esneyenden hoşlanmaz. Sizden biriniz aksırıp ‘elhamdülillah’ deyince bunu işitenin ‘yerhamükellah’ demesi, üzerine bir vecibedir.”
“Esnemeye gelince, sizden biriniz esnediği zaman, gücünün yettiği kadarıyla onu yapmamaya ve ağzını açarak ‘hâh hâh’ dememeye çalışsın. Çünkü bu şeytandandır ve şeytan bu halinden dolayı o kimseye güler.”(Tirmizî, Edeb 7)
Müslim’in bir rivayetinde “Müslümanın Müslüman üzerindeki hakkı altıdır…” şeklinde gelmesi, rivayetler arasında bir çelişki ve aykırılık olmayıp, bu hakların beş veya altı ile sınırlı olmadığının delilidir. Çünkü bunlardan başka hak ve vazifelerle ilgili hadisler de vardır. Bu ikinci rivayetteki tek fark, “Nasihat isteyene nasihat etmek” vazifesidir. Nasihat, kişinin hayrına ve kurtuluşuna vesile olan söz ve davranışların tamamını kapsayan bir tabirdir.
Özet olarak;
– Müslümanların birbirleri üzerinde hak ve vecibeleri vardır ve bunlar maddi veya manevi niteliklidir.
– Her hak, bir mükellefiyeti de beraberinde getirir. Mükellefiyetlerini yerine getirmeyenler mesuldürler. Bu mesuliyet dünyevi veya uhrevi olabilir.
– Selam vermek sünnet, almak ise farzdır.
– Hasta ziyareti sünnettir. Ziyarette edebe riayet etmek gerekir.
– Cenazeyi teşyîde, namazını kılmak ve kabre defnetmek farz-ı kifâye, bunun dışındaki hizmetler sünnet ve müstehabdır.
– Meşru ölçüler içinde yapılan düğün davetine icabet vâcip, diğer meşru davetlere katılmak ise sünnet ya da müstehaptır.
– Aksırıp “elhamdülillah” diyene “yerhamükellah”diye mukabelede bulunmak bir vecibedir.
– Nasihat isteyene ve nasihata ihtiyacı olana nasihat etmek, yol ve yön göstermek, gücü yetenler üzerine dini bir vazifedir.
– Müslümanlar, aralarında kardeşlik, dostluk, yardımlaşma, şefkat ve merhameti temin edecek hak ve vazifeleri kesinlikle yerine getirmelidirler. (bk. Riyazü’s-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, Peygamberimizden Hayat Ölçüleri, Erkam Yay., H. No: 240, 897).
Selam ve dua ile…
Sorularla İslamiyet
Kurban Hizmeti - 7/24 Güvenilir Hizmet
Kurban Hizmeti olarak, ibadetlerinizde size destek olmak ve ihtiyaçlarınıza cevap vermek için 7 gün 24 saat hizmetinizdeyiz. Her zaman yanınızda olmayı ilke edindiğimiz hizmet anlayışımızla, kurban bağışlarınızı güvenle gerçekleştirebilmeniz için buradayız.
Kurbanlık Fiyatlarımız:
- Keçi: 1750 TL
- Koyun: 2000 TL
- Koç: 2250 TL
Bizimle iletişime geçmek çok kolay! Sorularınız, bağışlarınız ve bilgi almak için 0551 928 5784 numaralı telefonumuzdan her zaman bize ulaşabilirsiniz.
Kurban ibadetlerinizi en sağlıklı ve doğru şekilde yerine getirmeniz için Kurban Hizmeti olarak yanınızdayız. Güvenilir, şeffaf ve profesyonel hizmet anlayışımızla her zaman hizmetinizdeyiz.
Sizin için buradayız!